25 Aralık 2009 Cuma

Alp 1 aylık !


Anlatacak ne kadar çok şey varsa, yazmak için bilgisayarın başına geçecek o kadar az zaman var maalesef...

Kısaca, doğum ve takip eden 1 ayımız, önceden düşünüp korktuğumuz kadar zorlu geçmedi. Umuyoruz ki böyle devam eder.

Can'da doğal olarak, arada sırada kendini gösteren krizler oluyor. ama dediğim gibi, bunlara kriz bile demek yanlış aslında. Bana ekstra bir düşkünlük hali -ki bunu ortada kardeş falan yokken de zaten zaman zaman yaşıyorduk-, bazen çeşitli huysuzluklar, uyku düzeninde fazladan zorluklar gibi şeyler yaşıyoruz. Bunları normal ve sıradan olaylar gibi karşılayarak, yumuşakça geçiştirmeye çalışıyoruz elimizden geldiğince... Yavrucak bir de ikinci azılarını çıkarmakla uğraşıyor aylardır, ama henüz bir gelişme yok maalesef.

Alp, tahtaya vurarak yazıyorum, şimdilik sorunsuz bir bebek gibi görünüyor. Normal sınırlarda bir gaz problemi, normal bir uyku(suzluk) gidişatı. İştah da normal olunca bir anne başka ne ister?

Bu günlük bu kadar sevgili dostlar,
Au revoir diyerek bu post'u kapatıyorum.

Not: Alp babasına accayip benziyoooooo.........

16 Kasım 2009 Pazartesi

Neydim, nooldum...



Önden bakınca pek bir sey yok sanki...
Ama gerçekler kendini profilden gösteriyor:-)

5 Kasım 2009 Perşembe

Kuzumuzdan taze taze kareler...



4 kişi olmamıza az kaldı...


Fotoğraftan da anlaşılacağı gibi, ailemizin yeni üyesi yakında aramıza katılacak inşallah. (İnsan ana-baba olunca, hiç alışkanlığı olmasa bile, inşallah'lı-maşallah'lı konuşmaya başlıyor).

Yüzümün nasıl şiştiğini de fotoğtafta net olarak görebilirsiniz. Kızkardeşim, dudaklarımın silikonlu gibi olduğunu söyledi geçen gün...

Aksi bir durum olmazsa eğer, doğum 23 Kasım'da, yine Metropolitan Florence Nightingale Hastanesi'nde. Kendimi gerilmiş ramazan davulu gibi hissediyorum. Oturmak-kalkmak, yatakta sağa-sola dönmek, hele hele Can'la oynadıktan sonra yerden ayağa kalkmak o kadar zor ki artık. Biliyorum ki doğumdan sonra asıl zorluklar başlayacak. Ama yine de şu son günler bir an önce bitsin istiyorum.

Bu arada, ikinci oğlumuzun adını koyduk nihayet: ALP. Kendisi tam şu anlarda karnımı şekilden şekle sokmakla meşgul:-) Galiba o da artık sıkışıklıktan şikayet etmeye başladı...

Cumartesi ilk NST var. Ah, bir de, 10 gün önce falan insülin olayına girdik... Her gece saat 23 itibariyle iğnemi yapıyorum. Bir şeker hastası adayı olarak, Alp'i emzirme dönemi sona erdikten sonra sağlam bir diyetle 10 kilo kadar kaybetmem şart... Tabii ki sonradan geri almamak şartıyla:-)

Hadi bakalım...

20 Ekim 2009 Salı

Geveze Can :-)



Aylardır konuşsun artık diye ağzının içine baktığım dünya tatlısı oğlum, bülbül gibi şakımaya başladı! Yaşasın!

Artık onu susturabileme aşkolsun. Sürekli bir şeyler anlatıyor, meramını ya kendine, ya da bizlere dile getirmeye çalışıyor. Bildiği kelimelere her gün yenilerini ekliyor ve kendi dünyasını ifade etmek için azimle uğraşıyor. Anne-babasına da işin keyfini çıkarmak düşüyor...

İşte geveze Can'dan, şimdi aklıma geliveren bazı inciler:

Bu kamyon değil, bu otobüs değil, bu taksi. (Taşıt araçlarına karşı olan ilgimiz had safhada gördüğünüz gibi)
Beton kamyon renk mavi. (Boşlukları doldurun, bakalım ne çıkacak:-)
Büyük anne, küçük Can. (Bunu bu sabah söyledi, ne demek istedi tam anlamadım, göbeğimi mi kastediyor acaba??? )
Anne kaka bittiiiii... (Her kaka faslından sonra uzata uzata söylüyor)

Yukarıda da, babamızla akşam kitap okuma faslı... Gördüğünüz gibi uykumuz gelmiş durumda, hafiften boş boş bakıyoruz:-)

Not: Remzi Kitabevi'nde şahane ingilizce çocuk kitapları, türkçelerinden çok daha ucuz, bilmeyenlere duyurulur.

Yumurta Kafa, Yeniden

Saçlarını zatınız kesti: Çocuğunu berber köşelerinde ağlatmaya razı olmayan ana yüreği aldı eline makası... Sürekli sağa sola hareket eden bir kafa olunca da bu kadar kesebildi... Naapalım artık...

6 Ekim 2009 Salı

Gestasyonel diyabette ikinci round

Eveeeet,

Bilenler bilir, Can'a gebeyken oldukça ciddi bir hamilelik şekeri vakasına dönüşmüştüm. Bırakın ölümcül bir diyeti, sabah akşam eroinmanlar gibi bacaklarıma enjekte ettiğim insülinlerin bile işe yaramadığı durumlar olmuştu. Özellikle sonlara doğru bebek iyice büyüdüğünde, uçuşa geçen sabah açlık şekerimi düşürmenin tek çaresi, karda kışta Cenk'le beraber gecenin 11'inde yaptığımız yürüyüşlerdi.

Velhasıl, vücudun dengesi bir bozulunca, toparlaması çok zor oluyor sevgili dostlar. Neyse ki en büyük kabusum gerçekleşmedi: Doğumdan sonra şeker kalıcı olmadı. Ama gestasyonel diyabet yaşayan kadınların %30'u hayatlarının ileri bir döneminde şeker hastası oluyorlarmış anacığım. Yani ben bir şeker hastası adayıyım halihazırda.

Lafı uzatmayayım, hamilelik şekeri yine çıktı tabii ki: Yine bilenler bilir, 26. Haftada yapılan şeker yüklemesinde 'oh-ha' dedirten bir değer çıkınca, ben yine ilk gebelikte takibimi yapan endokrinolog-diyetisyen ikilisinin yolunu tuttum. Kendileri, Acıbadem Hastanesinde çalışan Endokrinolog Doç. Dr. Adnan Bey ve diyetisyen Şengül Hn -ikisi de şahane insanlar, çok çok tavsiye ediyorum-.

Hemen başlanan sıkı diyetin akabinde 'Bakalım insüline kaç gün sonra başlayacağım' diye düşünürken bir sürpriz oldu ve 6 haftadır falan diyetle idare edebiliyorum, şeker değerlerimi makul seviyelerde tutabiliyorum ! Hayret ettik bu duruma doğal olarak... Cenk'e sorarsanız (ki dün doktorum teyid etti) ikinci gebelikler daha az stresli, daha bi rahat geçtiğinden böyle oldu. Kendisine katılıyorum. Bence ikinci bir sebep de, ilkine kıyasla çok hareketli olmam: İlk gebelikte her canım istediğinde, artık nereye olursa devrilip keyif yapıyordum. Şimdi mümkün değil.

Daha doğuma 7 hafta falan var, muhtemelen bir noktada doktor 'insülin zamanıııı' diyecek, ama olsun. Belki bir şekilde idare etmeye devam edebilirim.

Ay bu konuyu çok uzattım, ama arkadaşlar, hakkaten çok gıcık bir şey: Çikolatalara, pastalara, böreklere bakıp bakıp yalanmak hoş olmuyor hamile bir kadın için:-)

Hepinizi kucaklıyorum.

29 Eylül 2009 Salı

Bebek, göbek





Can'a kardeş olayını elimizden geldiğince anlatmaya çalışıyoruz 3-4 aydır. Kuzeninin doğumu onu kaçınılmaz sona, yani evdeki saltanatının sona erişine alıştırdı biraz sanki... Teyzesini Gece Deniz'i emzirirken, kucaklarken, altını değiştirirken gözlemek iyi oldu Can açısından.

Şöyle durumlar da oluyor tabii: Kızkardeşim oğlunu emziriyor, Can gelip meme istiyor benden:-). Ama neyse ki mülayim bir çocuk Can, gidip kuzenini uyutmaya çalışıyor, başını okşuyor falan. Terörize etmedi yani ortalığı. Ama kendi kardeşi olunca ne yapar bilemeyiz. Hep beraber görücez...

Bebek nerde Can? diye soruyorum, karnımı gösterip 'göbek' diyor:-) Sonra da öpüyor göbeği... Serseri...

Konuşmaya başlamasıyla pek keyifli bir döneme girdik. Cenk'le sürekli bir gülümseme halindeyiz. İnsan kendisiyle de içten içten gururlanıyor sanki: Oğlumuzu büyüttük, bu günlere getirdik, bak konuşmaya da başladı herif, diye düşünüyorum, ben kendi adıma en azından.

Bir de sayı sayma olayımız var, şimdilik beşe, bazen altıya kadar sayıyor. Ama öyle koftiden değil, önüne koyuyoruz mesela arabaları, say diyoruz, küçük parmaklarıyla göstere göstere sayıyor. Biz mest tabi... Üçe uç diyor, ama olsun.

Son havadis olaraktan, lego olayını iyice benimsedik. Bayıla bayıla oynuyoruz. Yukarıda, dün kendi elleriyle inşa ettiği duvarıyla poz veren Can'ın fotoğrafını görebilirsiniz...

Not: Saçlarını kestirmemiz lazım, ama o kadar çok ağladı ki geçen sefer, sürekli erteliyoruz...

31 Ağustos 2009 Pazartesi

İlk cümlelerimiz

Can -artık bunlara cümle denirse- ilk cümlelerini kurmaya başladı; iki kelimeden ibaret cümleler bunlar.

Geçen gün kahvaltıda, 'Bu bitti...' dedi. Aynı gün de 'Bak, kurbağa...' Sonra da arkası geldi. Bak kurbağa cümlesinin çeşitli versiyonlarını söylüyor, 'Bak, aydede', 'Bak, baba' gibi.

Bir de sözcükleri yarım yamalak ve yanlış söyleme durumu var. Çok gülüyoruz haliyle: Ababa (araba), makeme (markete), ododi (otobüs), mako (kamyon), bidibi (bisiklet), çikopapa (çikolata), donuna (dondurma), tize (teyze), bakama (bal-kaymak), ...

Meyvesini bitirip, 'bittiii' diye çekirdeğini bana getirmiyor mu, ben de bitiyorum.

Bir de şöyle numaralar yapıyor. Yemekteyiz, karnı doyduysa önündeki yemek bitmeden, 'Bittiiii' diyor ve kalkıp gitmeye çalışıyor mama sandalyesinden. Ya da okuduğumuz kitaptan sıkıldıysa kapatıp 'bittiiii' diyor yine.

Velhasıl, bu konuşmaya ve derdini anlatmaya çalışma dönemi çok zevkli geçiyor.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Havuz sefalarımız hızlı başladı, ama çabuk bitecek gibi maalesef, çünkü burası 'Rüzgarlı Bayır' adeta...




Bornozlu Can


Can'a bornoz aldık, ama boyu biraz kısa geldi galiba...
Neyse, kardeşi giyer artık.
Ama yine de pek tatlı oldu kutup ayısı kılıklı serseri...

13 Ağustos 2009 Perşembe

Nasıl gidiyor?


En önemli havadis tabii ki tatlı yeğenimiz Gece Deniz'in biraz erkenden aramıza katılması oldu, 33 haftalıkken. Yoğun bakım ve hastane günlerinden sonra 3 haftadır evde, anne-babasının sevgi ve ilgi yumağı içinde, her geçen gün biraz daha büyüyor. Bu pazar doğalı 1 ay olacak, ama aslında Ağustos sonunda dünyaya gelecekti. Yani tam anlamıyla toparlanması için biraz daha zamana ihtiyacı var. O kadar küçük ve tatlı ki, insan her an yanında olmak, onu seyretmek, kucağına alıp öylece durmak istiyor. Bu çocukların-Can, Deniz ve yenisi- bir gün büyüyüp kocaman adamlar olacağını düşünmek ne garip. Bizlerin yerini alacaklar işte...

Sonracııma, bugün 24 haftalık gebeyim artık... Karnım kocaman oldu. Sürekli acıkıyorum. Can karnımı iki eliyle tutup 'bebek' diyor. Yeni eleman da tıpkı abisi gibi çook hareketli. Hatta 'ben bu satırları yazarken' ayaklarıyla idman yapmakla meşgul. Can kaburgalarımı kanırtırdı, bakalım bu neler icat edecek:-)

Bakıcısız hem bebek bakıp hem de hamile olmak zor oluyormuş değerli okuyucular. Eğilip kalkmak iyice zorlamaya başladı. Can'ı kucağıma alırken de çekiniyorum artık, ama yapacak bir şey yok, Can her ne kadar büyümüş olsa da hala zaman zaman anne şefkatine gereksinim duyan bir bebek... Doğumdan önce, yeni bebekle beraber neler yaşayabileceğimizi konuşmak için bir pedagog ziyareti yapacağız.

2 hafta sonra şeker testi var, bakalım insülin kalemiyle bu gebelikte de samimi olacak mıyım? Atıl Bey'in dediğine göre, ikinci gebelikte de gestasyonel diyabet yaşama olasılığı sadece %15 miş. Ama bana kesin çıkacak gibi geliyor, naapalım artık, başa gelen çekilir.

Can Bey neler yapıyor diye soracak olursanız, artık yavaş yavaş konuşma alıştırmaları yapıyor ve giderek büyüyor diyeceğim. Tüm kelimeleri tekrar ediyor küçük papağan. Hatta bazen o an söylemiyor da -ay yeter amma tekmeledin be oğlum, iki dakka yazı yazıyoruz şurda- hafızasında saklayıp sonra söylüyor. Ama hala tek kelime söylüyor, cümle kurmuyor yani. Bu sabah söyle bir sohbet geçti aramızda: -Oğlum, hangi ayakkabılarını giyeceksin? -Bunu. Bayılıyorum bana cevap vermesine, küçük adamım benim.

Havuz sefalarımız, bu hafta hava muhalefeti nedeniyle sekteye uğrasa da, devam edecek efenim. Artık suya girmeyi pek seviyoruz. Üşüsek de çıkmak istemiyoruz. Parka hastayız zaten. -Can, nereye gidelim? -Parka (Ama r harfi yutularak söyleniyor) Parkta bir sürü arkadaşımız var, beraber iyice coşuyoruz. -Oğlum parka arabanla mı gidelim, bisikletinle m? - Ababa (bazen de bisi)

İşte böyle sevgili dostlar. Bakıcı bulma çalışmaları hummalı bir şekilde devam ediyor. Herhalde Eylül başı gibi biriyle başlayacağız. Ben de doğuma kadar teze yoğunlaşmayı hayal ediyorum, umarım hayalden ibaret kalmaz.

Au revoir diyorum...

Tatil çoktan bitti..





17 Haziran 2009 Çarşamba

Ortaya karışık: Günlük hallerimizden bir demet




Ders: Çocuk Hastalıkları. Konu: Beşinci Hastalık


Sizlere, çocuk büyütme macerasında bir ilki daha tecrübe etmiş, ve çok şükür, kazasız belasız atlatmış bir anne olarak sesleniyorum...

Geçen hafta pazartesi günü Can'ın ateşi yükseldi, gece de devam edip sabah inmeyince doktorumuzu ziyaret ettik. Doktorumuz, bu tip çocuk ateşlerinin en fazla 3 gün süreceğini, arkasından da öksürük, boğaz ağrısı, ishal ya da bir döküntünün gelebileceğini söyledi ve 4 saatte bir Calpol verebilirsiniz deyip bizi eve gönderdi. Perşembe sabah ateş olayı bitti gerçekten de. Veeeee, cuma sabahı Canikomuz kırmızı kırmızı noktalarla uyandı :-) Tataaaaa.....

Neyse ki bunun olabileceğini bildiğimizden paniğe kapılmadık. Cumartesi günü de beşinci (ya da altıncı da olabilirmiş) hastalık olduğu doğrulayan doktorumuz, normal hayatımıza devam etmemizi tavsiye etti. Ve pazartesi, yani tam 1 hafta sonra, herşey normale dönmüştü. Cancaazımız, daha bir buçuk olmadan bir adet çocuk hastalığı da geçirmiş oldu...

İşte size hasta Can fotoğrafı...

8 Haziran 2009 Pazartesi

Balkon sefaları başladı

Çiçeklerin ardından masa-sandalyeler de tamam. Beyaz beyaz, ferah ferah oldu. Hafta sonu ilk pazar kahvaltımızı yaptık ailecek. Hafta içi biz Can'la ana-oğul devam ediyoruz. Balkon öğleden sonra güneş alıyor, o yüzden kahvaltı faslı keyifli oluyor.

Can'la ilgili havadislere gelince, her gün yeni kelimeler öğrenmeye devam ediyoruz. Son kelimemiz banyo. Oğlum dün akşam ne yaptık? Manyo. Bazen banyo da diyor, canı isterse. Bir de, bir-iki-üç diye saymaya çalışıyor ama alakasız sesler çıkıyor çoğu zaman:-) Bir yine iyi: Biii. Sonrası kafasına göre...



4 Haziran 2009 Perşembe

Balkonumuz çiçek açtı



Evimize taşındıktan tam 1 ay sonra, nihayet balkona hayal ettiğim sardunyaları alabildik.
Pazar sabahı kahvaltının ardından jet gibi gidilen Bauhause'tan bol bol saksı aldık. Bol bol da sardunya: Normal, sakız ve ceylan göz olmak üzere 3 çeşit sardunyamız ve aralara 1-2 tane fesleğen tabii ki. Pazar öğleden sonra da Cenk'in Can'ı parka götürmesini fırsat bilen anne, kolları sıvayıp hepsini dikti ! Yaşasın !
Şimdi balkon sefamız için tek eksik masa-sandalye. Onları da hallettik mi, herkesi balkonumuza bekliyoruz:-) Çaylar kahveler bizden:-)

26 Mayıs 2009 Salı

Havadan, sudan



Can yeni eve iyice alıştı. Koşturup duruyor sağa sola. Bir de babasıyla kovalamaca oyunu başladı. Cenk, 'Can beni yakalayamaz ki' der demez babasını kovalamaya başlıyor. Adam akıllı koşmaya da başladı, çok sevdi bu oyunu.

Park sefalarımız sabahtan ve akşamüstü olmak üzere devam ediyor. Eski evin parkındakinden daha rahat ve güvenli bir bebek salıncağı var. Can sallanmayı çok sevdiğine karar verdi. Bir taraftan sallanıp, bir taraftan da Kiptaş inşaatına gelip giden buldozer olsun, kepçe-vinç olsun, betoniyer olsun çeşitli ağır vasıtaları seyrederek, epey vakit geçiriyoruz. Zaten buraya taşınalı beri taktı inşaat araçlarına. Sürekli taşıtlar kitabından vinç, kepçe vs resimlerine bakıyoruz. Kesin büyüyünce inşaat mühendisi falan olmak isteyecek, bilinçaltına işledi çocuğun ekskavatörler falan...

Kaydırak ayrı bir macera. Tırmanmasına yerdım ediyoruz, gerisini kendisi hallediyor artık. Bir hevesle atıyor kendini kayma yerine, sanki kocaman çocuk. Başta korktum biraz düşmesinden, ama idare ediyor şimdilik.

Son dakika !

Biraz önce, Cenk adını söylemeyi öğretmiş:
'Oğlum, senin ismin ne?'
'Nan!' - Can diyemiyor, Nan diyor:-) Bayıldık, bayıldık...

Yumurta Kafa Can !



Artık iyice gözlerine giren saçları kestirme zamanımız gelmişti de geçiyordu bile. Pazar akşamüzeri, 1 saatlik ağlama nöbetinin ardından işte huzurlarınızda Can the Yumurta Kafa...
Tam bir erkek çocuğu oldu saçlar gidince. Serseri...

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Neler yaptık?


Bloğum bana küstü biliyorum, haklı. Ama bilgisayarı açmayı bırak, fotoğraf bile çekemedim ki! Olabilecek en hızlı ev satınalma sürecinden sonra, perde yaptırma, beyaz eşya montajı, taşınma, yerleşme vs derken 2 ay geçivermiş.

Sevgili oğlumuz Can büyümeye devam etti bu 2 ay boyunca tabii. Çat pat konuşma denemeleri, bebek hallerini terkedip iyiden iyiye oyun çocuğu olmalar, salıncağa ve oyuncak arabalara aniden bir düşkünlük, bisiklet sevdası şimdi aklıma geliverenler. İyice maymun oldu oğluş.

Bir öğrenip bir unuttuğumuz kelimeler şişe, karga, artist, babanne, su... Ona söylediğim ne varsa hepsini anladığından konuşma gereksinimi duymuyor henüz diye tahmin ediyorum. İletişimimiz bir şekilde harika !

Bu aralar bir lazımlık edinip kaka söyleme denemeleri yapacağım. Son birkaç gündür kakasını yapmadan önce bana belli ediyor çünkü. Bakalım. Ha, bir de saçını kestirmem lazım yine, gözlerinin içine giriyor.

2 Nisan 2009 Perşembe

Fotoroman

Şakacı Bahar


Bahar geldi sandık, attık kendimizi sokaklara, ama bugün boyumuzun ölçüsünü aldık.

26 Mart 2009 Perşembe

Çıplak Can

Mümkünse hep çıplak gezelim, hiç giyinmeyelim, hep soyunalım.
Dışarı çıkarken mont falan sakın giymeyelim, her giyinişte mutlaka bağırıp çağıralım.
-Şapkaya hayır dememeye başladı bu arada, hayret!-
Sonra, anne alt açtığında tekrar bağlamasın, üstü kaval altı şişhane takılalım.
Bir de, tişört, body falan kirlendiğinde anne onları çıkarsın, ama başka şey giydirmesin.

Son Havadisler



Bu haftanın en önemli havadisi tabii ki, Can'ın henüz teyzesinin karnındaki kuzeninin cinsiyetini öğrenmemiz oldu: Erkek ! Yaşasın !

Ben son derece bencil bir şekilde erkek olmasını istiyordum yeğenimin, Can'la daha yakın olurlar diye. Beraber takılırlar, basketbol-futbol oynarlar, boğuşurlar, ilerde alemlere akarlar falan diye... Kız olursa da bunlar pekala mümkün ama, ne bileyim, daha iyi oldu bence.

Dolayısıyla pek mesudum bu konuda. Can'la aralarında sadece 20 ay olacak, minik yeğenim 1 yaşındayken Can daha 3ünü bile doldurmamış olacak. Ne güzel... Salkım şimdi 18. Haftanın içinde. Ailenin en miniği Ağustos sonunda dünyaya gelecek inşallah.

Sonra efendim, Can dün Arfish'te balık sıramızı beklerken, çok net ve anlaşılır bir şekilde 'Baba geldi' dedi. Can'ım cümle kalıbı olarak bunu çok benimsedi: Daha önce de cümle kurmak adına hep 'baba geldi' diyordu, ama bu kadar süperini ilk defa dün söyledi. Arfish çalışanlarının tezahüratı eşliğinde ben yine duygusal anneyi canlandırdım.

Geçen hafta sonu havanın ne kadar soğuk olduğunu belki anımsarsınız. Cenk'in yokluğunda (iki gece üstüste şirkette sabahlamak zorunda kaldı da) animasyon olarak bu sefer de Koşuyolu Parkı'na gidelim dedik. Can'ı sıkı sıkı giydirip parka yollandık. Can epey eğlendi. Ama 1 saatin sonunda ellerimiz hissetmemeye başlayınca evimize sığındık. Fotoğrafta Can'ı, sayısını hatırlamadığım kerelerden birinde, parktaki tren tünelinden geçerken görebilirsiniz.

Tarçınlı yeşil çay da pek leziz oluyormuş, tavsiye...