27 Ocak 2009 Salı

Papağan Kolonisi


Sitemizde papağanlar yaşıyor! Bildiğimiz yeşil Afrika papağanları.

Bir rivayete göre, havalimanında gümrükten geçerken konteynerleri açılmış ve kaçmışlar. İstanbul'da gözlerine kestirdikleri yeşillikli-ağaçlıklı alanlara yerleşmişler, takılıyorlar. Çamlıca tepesindeki parkta da bir sürü varmış, diye duyduk.

Ötüşleri bizim yerel kuşlardan farklı olduğundan (daha çok çığlık şeklinde) gelip geçenlerin ilgisine mazhar oluyorlar. Herkes çok şaşırıyor, birbirine soruyor bunlar nerden çıktı diye.
En çok sorulan soru da tabii ki nasıl olup da üşümedikleri rutubetli İstanbul kışında... Akabinde de 'peh peeeh, eski İstanbul kışları yok ki, bu ılıman iklimde üşümüyorlar tabii sabiler' yorumu geliyor.

Geçen gün Cenk evin penceresinden zoom'layıp fotoğraflarını çekti. Buyrunuz...

26 Ocak 2009 Pazartesi

Bu sabah yağmur vardı İstanbul'da


Bulutlar çok güzel görünüyor değil mi?

Nasreddin Hoca


Cancık, zürafasına ters binmeyi daha çok seviyor...

21 Ocak 2009 Çarşamba

Tüm Zamanların Favori Oyuncağı


Can'ın en sevdiği oyuncak, aylardır oynamaktan bıkmadığı, Çuf Çuf Treni... Yazdan bu yana her gün mutlaka bir posta oynar treniyle. Topları eline alır, içine atar, yan çevirip dönen tekerleği durdurmaya çalışır, topları iki eline alıp birbirine vurur vesaire vesaire. Uzun sözün kısası, Can bu treni çoook seviyor. Bakalım bu aşk daha ne kadar devam edecek.

Daha bi mobil Can karşınızda...


Can'ımız, aylar süren sıralama, annenin elinden tutup evi talan etme ama inatla yürümeme seanslarından sonra, nihayet yürümeye karar verdi. Fiziksel olarak yürümeye tamamen hazırdı aslında; hatta yaşında epey bir adım atıp, sonra askıya almıştı olayı.

Kanımca anneyle bir vücut gezmek daha çok hoşuna gittiğinden böyle davranıyordu. Diyelim yerde oynuyoruz. Gidip bir oyuncağını alacak. Ayağa kalkıyor, 'ıhh, ıhh' diyerekten bir parmağımı güzelce kavrayıp beni de ayağa kaldırıyor ve mutlu-mesut oyuncağı almaya gidiyoruz beraber...

Zaten yapışık ikiz muhabbeti devam ediyor aylardır. Abartmıyorum, gerçekten yapışmış durumdayız. Tuvalete bile beraber gidiyoruz. Yürümeye başlaması buna bir son verir diye umuyordum, ama yanılmışım; en azından şimdilik.

Herneyse, 10 gün kadar önce, teyzesinde bir oyun eşliğinde yürümeye başladı Can. Oyun da her annenin tahmin edeceği gibi 'Cancım, hadi al bunu, teyzene götür. Tamam, şimdi al bunu annene geri götür' oyunu :-) O gündür bu gündür, düşe kalka da olsa yürüyor oğlumuz. Minik, sarsak adımlarını atarken onu izlemek o kadar güzel ki, bu duyguyu ifade etmek olası değil. Hele uzaktan pıtır pıtır gelip boynuma atlaması, bambaşka bir şey. Bana iyice yaklaştığında bırakıyor kendini, annem nasılsa tutar diye...

12 Ocak 2009 Pazartesi

Son günlerin favori oyunu


Oğlumuz Can oyunlar uydurmayı çok seviyor.

Son günlerde, özellikle öğle uykusundan uyandığında, pek bir keyif aldığı şu aktiviteyi gerçekleştiriyoruz kendisiyle:

Önce yeni Winnie'li (doğru mu yazdım acaba) nevresim takımındaki tüm hayvanlara teker teker bakılır, küçük çığlıklar eşliğinde anneye isimleri söyletilir. Bu birkaç kez tekrarlandıktan sonra, yatakta ayağa kalkılıp, odadaki tüm peluş hayvanlar -Kocaman Winnie'si başta olmak üzere- parmakla gösterilip 'Ihh, ıhh' diye bağırılarak anneden istenir. Hepsi yatağın içine doldurulur. Hayvanlarla uzun uzun oynanır. Ayağa kalkılıp sonra kaplan gibi onların üzerine atlanır. Hayvanların gözlerine, kulaklarına, burunlarına bakılır.

Bu esnada uyku mahmurluğunu üzerinden atan küçük bünye, annenin kucağında salona doğru meylederken, yeni oyunlara yelken açar...

9 Ocak 2009 Cuma

Neden Starbucks Acıbadem'te 'Ayın Müşterisi' seçildim?

Kırk yıl düşünsem, herhangi bir yerde 'ayın müşterisi' olacağım, panoya fotoğrafımın asılacağı gibi şeyler aklıma gelmezdi. Ama hayat işte, insanın başına ne geleceği belli olmuyor:-) Şartlar beni buna zorladı:-)
Sevgili dostlar, bilenler bilir: Bir süredir, yani yaklaşık 2-3 aydır, Can'ı Gönül Teyzesine emanet edip, sabahtan iki-üç saatliğine Starbucks'a geliyorum. Çünkü evde okuyamıyorum, çalışamıyorum. Çünkü aklım Can'da kalıyor. Ay güldü, ay ağladı, ay iyi mi, ay yemek yedi mi derken kendimi onun yanında buluyorum ve bu böyle sürüp gidiyor...
Bunun üzerine bilgisayarımı alıp Starbucks'a gideyim bari, dedim. Hazır kahve var, internet var, sabah saatlerinde kimseler yok (bu en iyi tarafı tabii ki). Zaten kahveye bayılırım, canıma minnet... İşte size bir müdavim, bir Starbucks dostu, ideal bir 'Ayın Müşterisi' ...
Cenk, kızkardeşim, annemler vs koptu tabii. Komik bir olay, ama gerçekten rahat ediyorum orada, sakin, huzurlu, çalışanlar da çok tatlı insanlar. Kanka olduk kendileriyle:-)
Bu da böyle bir anı oldu...

Küresel ısınma ve hamile kediler

Ocak ortasında neden hamile kediler dolaşır ortalıkta? Bizim bildiğimiz mart ayı, vergi ayı olmasının yanı sıra bir de kedilerin çiftleşme ayı değil miydi?
İlköğretim Hayat Bilgisi kitaplarının (hala varsa böyle bir ders) güncellenmesi gerekiyor galiba.
Bizim bloğun civarında yaşayan ve herkesin sevip yemek verdiği pek tatlı dişi kedi yine hamile! Hem de doğurmak üzere... Yazın bloğun bodrum katında yavrularını büyüten bu sevimli hayvancağız, kocası tarafından (gerçekten tek eşli, karı-koca hayatı yaşadığı bir erkek kedi var) yine hamile bırakılmış. Hem de bu mevsimde.
Yan bloğun çok sevdiğimiz görevlisi Gülten Teyze, dün ayaküstü sohbetimizde yaptığı yorumla olaya başka bir boyut kazandırdı: 'Bizim köyde artık koyunlarla inekler yılda iki sefer yavruluyormuş, herkes şaşırıyormuş'.
Küresel ısınmanın memeliler üzerindeki etkisi bu demek ki. Zavallılar artık mevsimleri 'ilkbahar-yaz-yaz-sonbahar' olarak algılıyorlar

7 Ocak 2009 Çarşamba

Neredeydik, Nerelere Geldik…

Canım oğlum, sen doğalı tam bir yıl geçti, hala inanamıyorum...
Sağa sola yazdığım ufak notları biraraya getirdim. Beraber geçirdiğimiz ilk yılın, kelimelere sığması mümkün olmayan özeti...

25 Şubat 2008.
Can bugün bilinçli olarak oyuncağına uzattı elini, birkaç kez üstüste. Bir de ilk defa gündüz kendi odasında uyudu.
4 Mart Salı.
Bugün ilk defa evdeki ana kucağındaki oyuncaklarıyla uzun uzun oyalandı, hep tutmaya çalıştı, çok tatlı...
8 Mart Cumartesi.
Gece 1 saat boyunca ağladı. Gülce ile İsmail geldiler, ama ağlamasına dayanamayıp gittiler. Meğerse uykusu gelmiş. Çok zor dalıyor uykuya.
12 Mart Çarşamba.
Bugün BCG aşısı oldu. Beraber ağladık. Ama allahtan akşam ateşi falan çıkmadı.
13 Mart Perşembe.
Bugün çok huzursuz. Doğru düzgün uyumadı, ha bire ağlıyor. Akşam yine altıda gece uykusuna yatmak isteyecek. O zaman da gece birden itibaren acıkıp uyanıyor. Bu sefer de ben uykusuz kalıyorum. Ne yapıp ne edip Can’ı gündüzleri en az 2-3 saat uyutmayı becermem lazım.
14 Mart Cuma.
Bugün çok ama çok gazı oldu sabah.
7 Nisan Pazartesi.
Can doğduğundan beri gündüzleri çok az uyuyor. Yarım saat uyuyup uyanıyor. Geceleri fena değil allahtan, yoksa çok zor olurdu. Ama gündüzleri de uyanuk olduğu saatlerde (ki genelde uyanık) çok aktif oluyor ve hep hareket halinde olmak istiyor, ilgi, oyun istiyor. Yorucu oluyor haliyle.
10:10-11:00 Yaşasın, 50 dakika uyudu!
13:25-14:00 Uyku
16:00-16:30 Uyku
27 Nisan Pazar.
Bugün sebze çorbasına başladık! Çok sevdi!
29 Nisan Salı.
İlk defa brokoli yedi, bayıldı.
30 Nisan Çarşamba.
Elmalı muhallebi yedi, ekşi geldi, ama yedi epey yüzünü ekşite ekşite ☺
1 Mayıs Perşembe.
Semizotlu sebze çorbası yedi.
14 Mayıs.
Can ilk dişini çıkardı, alt sağ.
17 Mayıs.
Can döndü. Yüzükoyundan sırtüstüne.
28 Mayıs.
Sırtüstünden yüzükoyuna dönmeye çalıştı.
Mayıs sonu.
Can ikinci dişini çıkardı. Sol alt.
5 Haziran.
Bugün oyun alanının sopalarına tutunarak kendi kendine oturdu.
9 Haziran.
İlk defa bebe bisküvisi yedi ısırarak.
19 Haziran.
Can kendi başına oturmaya başladı.
20 Haziran.
Can kendi yatağında uyumaya başladı bugün. 7-7.5 aylık olduğundan beri gündüzleri daha uzun uyumaya başladı. Meme de emmiyor artık. Günde iki tane 1, 1.5 saatlik uyku uyumaya başladı, ben de biraz rahatladım. Ama geceleri 10’da falan yatıyor, o yatınca da benim hemen uykum geliyor, kendime ayıracak vaktim olmuyor hiç. Ama giderek düzene giriyor.
Ağustos başı.
Can yerde sürüne sürüne gidiyor, yakında emekleyecek. Aydın’da ona öğretmeye çalışırken resmen “anne” dedi. Balkonda oturuyorduk. Annem, babam, teyzem, eniştem, hepsi duydu, şok olduk. Ama bir daha demedi. Bir de top oynarken “Attii” diyor, çok tatlı...
Ağustos sonu.
Can resmen emekliyor, patır patır heryere gidiyor.
21 Ekim.
Can “Bak” demeye başladı.
22 Ekim.
Can çatalı ağzına götürüp köfte yedi. Çok şeker!
23 Ekim.
Cenk Can’ı yatağına koyup uyuttu. Bu bir ilk, bakalım gerisi gelecek mi?
24 Kasım.
Can bir yere tutunmadan 6-7 saniye ayakta durdu.
25 Kasım.
Can bana babasını sordu. Ben de “Baba mama yapıyor” dedim. O da bana bakıp “Baba mama” dedi. Bir nevi cümle kurdu yani ☺ Baba diyor bugünlerde herşeye. Mesela bana oyuncağını uzatıyor, baba diyor. Eliyle bir yeri gösteriyor, baba diyor. Bence konuşmaya çalışıyor, ama dili buna rahatça döndüğünden her şeye baba diyor. Bir de hapiurma taklidi yapıyor. Geçen dün de Salkım’a teyze dedi.
Kasım sonu.
Can bir süredir geceleri uyanmadan uyumaya başladı, daha doğrusu 2 gece uyanmıyor, bir gece uyanıyor gibi. Bir de geceleri erkenden uykusu geliyor. Mesela dün gündüz sadece 40 dakika uyumuş. Akşam 8 olmadan uyudu, hiç uyanmadan sabah yediye çeyrek kala kalktı. Saatler ayarlandığından beri akşam erkenden hava karardığından olsa gerek. Bir de o kadar hareketli ki yoruluyor tabii ki. Bir dakika durmuyor yerinde. Yalnızca baby tv’yi izlerken hareket etmiyor, o da maksimum 10 dakika... Bu arada, oğlumuz 11 aylık oldu. Bir ay sonra yaşgününü kutlayacağız, inanamıyorum, bir sene nasıl geçti?
1 Aralık 2008.
Can dun akşam domatesli makarna yedi... Çatalla azıcık ezdik, epeyce yedi, çok da sevdi. Bebekler çok severmiş makarnayı. Menümüze bir lezzet daha eklenmiş oldu böylece. Bugün de mercimek çorbasıyla zeytinyağlı pazı yiyecek. Bu arada, artık bir öğünde birden fazla yemek olayına girmem lazım yavaş yavaş. Mesela akşam yemeğinde sadece köfte değil de, köfte ve patates püresi... Artık adam oldu adam... Bizim gibi yemek yiyecek tabii ki arkadaş. Hafta sonumuz çok hareketli geçti. Cumartesi the dayı, the teyze ve the enişte geldiler maç izlemeye. Can pek mutlu oluyor tabii kalabalıkta. Ertesi gün hava bahar günü gibiydi (20 derece!). Biz de ver elini cadde dedik. Salkım’la Burak da geldi. Dolandık, kahve içtik. Eve gelmemiz 3’ü buldu. Akü Can ise, arabada kucağımda uyuduğu yarım saatle akşamı ederek bir rekora daha imza attı... Bugün normal hayatına döndü tabii... Çocuk herhalde içinden şöyle diyordur: “Bazı günler hayat çok düzenli, hangi saatte ne yapacağım belli. Yemek yiyorum, geziyorum parkta, uyuyorum, uyanıyorum, annemle oynuyorum... Ama bazı günler, ki bu günlerde babam da benimle oluyor, hep sürprizlerle dolu. Ne yapacağımızı, nerede yemek yiyip nerede uyuyacağımı önceden kestiremiyorum. Ama bu da eğlenceli oluyor. Demek ki böyle bu işler...”
3 Ocak.
Can bugün salonun ortasından televizyonu kadar yürüdü. Epey bir adım attı. Sonra kendi başına yürüdüğünü farkedip pat diye ellerinin üstüne yere attı kendini. Yürümesini izlemek ne kadar güzeldi. Sanki oğlum artık büyümüş, koca adam olmuş, artık herşeyi yapabilirmiş bu dünyada gibi geldi bana. Hem babası, hem de teyzesi olaya tanık oldu, çok iyi oldu.
6 Ocak.
Birkaç gündür hafif nezlesi var, ama geçmeye yüz tuttu artık. 25’indeki 1 yaş kontrolünde kabakulak aşısı oldu, doktoru ateşi falan çıkabilir demişti. Belki onunla ilgilidir. Dün baby tv izlerken bana dönüp “baabi” dedi. Nasıl mutlu oldu söylediğine, 3-4 kez daha söyledi. Ben oğlumu özledim.
Aynı günün akşamı.
Oğlum “Anne” diyor. Odasında oynuyorduk resimli kartlarıyla. Karnı acıkmış kuzumun, bana baktı, elimi tutup mutfağa doğru hareket etmek üzere odadan çıkartırken “Anne, mama” diye mızıldandı. Ben şoka girdim tabi, ama çaktırmadım☺ Sonra da -özellikle naz yapmak amaçlı- anne demeye devam etti. Ne büyük mutlulukmuş bunu duymak...