23 Aralık 2010 Perşembe

Dişişleri Bakanlığı'ndan Açıklama

Bu diş işlerinden kurtulamadık... Can'ın süt dişleri bitmişti ama Alp'in dertleri yeni başlıyor...

Alpimiz ilk 8 dişini görece sorunsuzca çıkarmıştı. Ama bu köpekler, bu azılar yok mu? Mahvetti bizi. 3 gündür nedensizce ateşleniyor miniğimiz. Dişlerinden olduğunu düşünüyorum, elleri hep ağzının içinde çünkü.

Zavallım hele geceleri pek melul oluyor. Ateşi düşmeden uyuyamıyor da. Neyse ki çok yüksek değil, 37.5, en fazla 38 oluyor. Calpol'le düşürülecek cinsten. Zaten ateş düşünce hemen eski performansını yakalıyor, gülelim-eğlenelim moduna geri dönüyor.

Sağ alt geliyor gibi, bakalım, göreceğiz.

Dayan yavrucak, patlatacaksın yakında...

13 Aralık 2010 Pazartesi

Dikkat, Karantina Bölgesi !

Çocuklar bir hastalandı, pir hastalandı değerli blog okuyucuları...

Can'ı geçen Çarşamba şidetli kulak ağrısıyla doktora götürdük, orta kulak iltihabı olmuş. Son aylarda ikinci kez oluyor. Bunun nedenini bilen var mı? Sadece nezleydi çocukcağız, ama kulağına vurmuş. Bir arkadaşım geniz eti olabileceğini söyledi. Bir dahaki gidişimde doktora soracağım. Can günlerdir antibiyotik içmesine rağmen, ilk kez dün gece ateşlenmedi.

Can'dan nezleyi kapan Alp de Perşembe günü ateşlenmesin? O da üst solunum yolu enfeksiyonu olmuş. Günler boyunca her gece ikisi de ateşlendiler ve uyuyamadılar. Cenk'le ben birer zombiye dönüştük resmen. Hele Alp'in ateşi o kadar inatçı oldu ki, yavrucağızı gece 2'lerde, 3'lerde duşlara sokmak zorunda kaldık. Ibufen içmekten helak oldu ikisi de. Birkaç haftadır bizde olan babaanne ve büyükbaba da hasta, artık kim kimden kaptı, belli değil. Cenk'le ben sağlamız neyse ki. Sihirli bir güç bizi sağlam tutuyor şimdilik. Ama benim yorgunluktan tansiyonum düşüyor, başım dönüyor ara ara. Cenk'in uykusuzluğa bu kadar dayanıklı olması inanılır gibi değil !

Bugün günlerden pazartesi, sanki daha iyi gibiler. Bakalım Alp bu gece ateşlenecek mi?

Hasta bir çocuk ne kadar zor bilirsiniz, hasta iki çocuk ise felaket !!!

Evde dolaşan bir yer cücesi daha !

Alpişkomuz adamakıllı yürümeye başladı artık !

Yeni yürümeye başlayan 1 yaş civarı çocuk manzarası gibisi yok !

Eller havada denge kurmaya çalışılır, bacaklar üstten üstten atılır birbiri ardına, bezli popo istemeden iki yana sallanır durur..... Birkaç adım sonra tuhaf bir sesle beraber pat diye yere oturulur. Ha gayret, tekrar ayağa kalkılır ve bu böyle devam eder. Mutlu ve gururlu anne-babaysa ağladı ağlayacak, bu manzarayı seyreder.

1 Aralık 2010 Çarşamba

Bayram geldi geçti

Bayram tatilinde İzmir'de, büyükbaba ve babaannenin yanındaydik. Her sabah deli gibi boyoz ve gevrek yiyerek ve Karşıyaka'da çarşı turu yaparak İzmir geleneklerimizi yerine getirdik. Üstüne üstlük, 20 yıldır görmediğim çoook sevdiğim bir arkadaşımla görüştük ve İzmir Doğal Yaşam Parkı'na gittik. Buna yoğun bayram ziyareti programını da ekleyince, 1 haftamızın nasıl geçtiğini anlayamadık desem yeridir...

Ama asıl haberi veriyorum: Alpimiz adım atmaya başladı, yaşgününden 1 hafta önce. Ama hala emeklemeyi tercih ediyor, daha güvenli geliyor ona herhalde. Her gün birkaç küçük adım atıyor, sonra hop, yere atıyor kendini. Herhalde önümüzdeki haftalarda yürümenin keyfini çıkarmaya başlayacak kerata.

Can da yeni okuluna başladı pazartesi günü. Doğru okulu seçmek, bunu sezebilmek, onun için en iyi yerin hangisi olduğu konusunda kafada kriterler oluşturmak, öncelikleri belirleyebilmek, tüm bunlardan çıkan sonuçları terazinin kefelerine koyup tartmak, ölçmek, biçmek.... Tüm bunların deneyim gerektiğini, birkaç kez çuvallamadan olmadığını, bunların da zaman aldığını anlamış oldum. Ambalaja değil, içindekine bakmak gerektiğini bildiğiniz sanırsınız, ama yine ambalaja takılırsınız... Yaşayarak öğrenirsiniz... Can şimdi Elma Ağacı'nda çok mutlu, ben de öyle. Umarım herşey yolunda gider.

Ebeveynlik: Ormanların, çiçek bahçelerinin içinden geçen uzun, ince bir yol ve bitmeyen bir muhasebe...

2 Kasım 2010 Salı

Aksıran, tıksıran 2 çocuk !

Can'ın okula başlamasıyla, sürekli hastalanmaya da başlayacağını birçok kişi söylemişti. Ama çok ciddiye almamış olacağım ki şaşırdım... 2 hafta önce bademcikleri yüzünden 5 gün antibiyotik kullanan Can, şimdi de grip oldu ! Cumartesi gününden beri burnu akıyor ve öksürüyor. Dün doktorumuza gittik. Bu arada sevgili doktorumuz Füsun Okan, Acıbadem Hastanesi'nden Metropolitan Florence Nightingale'in Kızıltoprak Hastanesi'nde çalışmaya başladı geçen hafta. Füsun Hanım, bana Can'ın bundan böyle kış mevsimlerinde sürekli hastalanabileceğini, okullu çocuklar için çok normal olduğunu anlattı. Bana bir de evde hep bulundurmam gereken soğuk algınlığı ilaçlarını verdi: Kongest ve Sekrol... Bu arada, Alpişkomuz da öksürmeye başladı dün akşam... 2 kardeş evde karşılıklı olarak öksürüp hapşuruyorlar. Hastalıkları bile tatlı:-)

Can'dan Alp'e de bulaşan grip bakalım Cenk'le bana da gelecek mi?

20 Ekim 2010 Çarşamba

Alp'ten ilk bilinçli sözcük !

Evimizin miniği Alp, bu sabah bacaklarıma asılıp 'Ma-ma' demek suretiyle sözlü iletişim dünyasına adımını atmış oldu !!!

Can'a sipariş üzerine omlet hazırlıyordum. Bizim yumurcak da acıkmış olsa gerek, anneyi ocağın başında görünce hislerini ifade ediverdi :-)

Bayıldım, bayıldım.

İnsan ikinci çocuğu da olsa, her minik adımda aynı mutluluğu, coşkuyu hissediyor demek ki...

12 Ekim 2010 Salı

Alp Report


- 5. vitese takıp emekliyor.
- Zaman zaman ellerini bırakıp 3-5 saniye ayakta duruyor. Hatta bazen daha da uzun.
- Dizlerinin üzerinde duruyor.
- Karnının üzerinde parke kayağı yapıyor.
- Bol bol çığlık atıyor, ama ne çığlık, kulak zarlarınıza dikkat !
- Dün resmen 'Al' dedi telefonu uzatarak. Bakalım arkası gelecek mi?
- Işık nerde diye sorunca eliyle lambayı gösteriyor.
- Geceleri hala çok kalkıyor, 5-6 kez.
- Yürütgecine tutunarak hızla ilerleyebiliyor.

Aklıma gelenler bunlar işte...

Yağmurlu bir öğleden sonra

Bu bıdıklar ne yapıyorlar? Bahçedeki 6 yavru kediyi izliyorlar büyük bir merakla.
Cenk'le ben de onları izliyoruz büyük birer gülümsemeyle...

5 Ekim 2010 Salı

Sonbaharın getirdikleri

Eylül'ü devirdik, Ekim'e merhaba dedik. Hayat tam gaz akıyor yine. Çocuklar büyüyor, Cenk'le ben koşuşturuyor ve bu güzel telaşın içinde onları çok, ama çok sevmeye devam ediyoruz.

Alp artık bir emekleme uzmanı... Oyuncaklarla ilgilenmek yerine evdeki hareketi izleyip bizim peşimizde dolaşmayı tercih ediyor. Sürekli ayakta durmak istiyor. Bu aralar en gözde mekanları fırın (!), Can'ın koltuğu ve klozet... Fırını çalıştırmak kabus oldu, tutacağından asılıp açmaya çalışıyor çünkü, bazen başarıyor da... Ödümüz kopuyor elleri yanacak diye. Uzun sözün kısası, kek vs pişirirken Alp'in başında beklememiz gerekiyor. Giderek akıllanıyor evimizin küçüğü. Mesela bu sabah kahvaltıda 'Bak Alp, ışık' diyerek lambayı gösterdim. Sonra da 'Işık nerde Alp?' diye sorduğumda o şişko kollarını kaldırıp çığlık atarak lambayı gösterdi. Bir de 'ışık' demeye çalışıyor, ama 'şşşş' diyebiliyor sadece:-)

Can başka bir alem. Giderek kendi hayal dünyasını oluşturmaya başladığını farkediyorum. Ona okuduğumuz kitaplardan, izlediği çizgi filmlerden, okulda ya da parkta oynadığı oyunlardan parçaları biraraya getiriyor ve yeni oyunlar kuruyor kendisine. Bu sabah 6'da kalktı. Cenk yeniden uyutmaya çalıştı ama nafile. Ben de yanıma aldım, başladı anlatmaya:

- Anne ben kovboyun rüyasını gördüm.
- Öyle mi, anlatır mısın?
- Kovboyun eşeği vardı, eşeğini gezdiriyordu, bir de köpeği vardı, onu da gezdiriyordu.
- Sonra nooldu?
- Bu kadar.
- Aa, çok güzel bir rüyaymış...

İşte böyle. Bir de bildiği şarkıların melodilerini alıp farklı sözler uyduruyor. Beste aynı, güfte farklı yani:-) Bu sözler bazen mantıklı bir öykü anlatıyor, bazen ise tamamen uydurmaca.

Alp'le ilişkilerine gelince, gayet iyi gidiyor şimdilik. Can'ın sıkıldığı zamanlar oluyor bazen: Alp, önünde 10 oyuncak bile olsa, mutlaka Can'ın o sırada elinde olan oyuncağı almak istiyor. Can da sinir oluyor haliyle. Alp biraz akıllanıncaya kadar bu durum devam edecek gibi görünüyor. Can önce biraz bağırıp çağırıyor, ama sonra veriyor oyuncağını tatlı oğlum...

Okul da fena gitmiyor. Okula götürürken 'anne beni saat kaçta arabayla alıp eve götüreceksin?' diye soruyor, hemen hemen her sabah. Bu sabah da, 'Anne okuldan eve gelince Şimşek MacQueen filmini izleyebilir miyim?' diye sordu:-)

Ah, bir de son olayımız Cenk'le bana isimlerimizle hitap etme olayı. Nereden çıktı, neden böyle istiyor hiç bilmiyoruz ama artık bize anne-baba değil, Özgür-Cenk diyor... Bana Özgür diyemiyor, Öskür diyor...Biz de eğleniyoruz. Cenk akşamları işten geldiğinde soruyor:

- Can, nasılsın oğlum?
- İyiyim Cenk, sen nasılsın?

:-))

20 Ağustos 2010 Cuma

Alp artık resmen emekliyor !

Bu bir duyuru: Miniğimiz Alp son bir haftadır, kelimenin tam anlamıyla emeklemeye başladı. Her geçen gün daha bir hızlanıyor. Evi kendi cumhuriyetinin toprakları olarak ilan etti. Topraklarını giderek genişletiyor. Şimdilik salon, mutfak, çalışma odası, antre ve koridoru işgal etti. Ama gözü diğer odalarda. En büyük meşguliyeti ise Can'ın peşinde dolanmak. Bu Can için pek hoş olmasa da Alp hep dibinde:-) Şöyle diyaloglar geçiyor aramızda:

- Anneee, Alp benim arabamı alıp yemeye çalışıyor.
- Cancım, Alp'e başka bir oyuncak ver, onunla oynasın, tamam mı?
- Ama anne Alp yine geliyor! Ben tek başıma oynamak istiyorum.
- Cancım, o senin kardeşin, beraber oynamalısınız.
- Ama anne, bu araba Alp'e uygun bir oyuncak değil (Burada bizden duyduğunu bize satıyor numaracı).
- Tamam Cancım, o zaman istersen odana gidip orada tek başına oynayabilirsin.
.......

İşte böyle, günler geçiyor, çocuklar büyüyor. Sanırım daha önce yazdım ama, ne olursa olsun, onları yanyana görmek en büyük mutluluğumuz.

Şimdi okullu olduk, sınıfları doldurduk...

İşte beklenen zaman geldi ve Can yuvaya başladı. Buna inanmak zor olsa da, küçük oğlumuz biraz olsun büyüdü ve çantasını sırtına takıp okulunun yolunu tuttu...

Bugün 5. gün. Pazartesi, ilk günün heyecanıyla okulun kapısına kadar geldik. Ama iş onu bırakmaya varınca musluklar açılıverdi. Salıdan başlayarak ise, önce epeyce zor, sonraysa minik adımlarla da olsa, giderek kolaylaşan bir şekilde Cumayı bulduk. Bu sabah kapıda, 'hoşçakal oğlum' diyene kadar hiç ağlamadı. Ama veda öpücüğümü verince, o küçük ağzını büzerek, ağlama öncesi yüz ifadesini takındı, benim de içim parçalandı... Ama çare yok: Çabucak alışması için kararlı olduğumu hissetmesi gerek. Neyse ki öğretmeni bugün suluboya yapacaklarını söyleyince tav oldu da, ağlamaktan caydı.

Tatlı oğlum henüz 3 yaşında bile değil: 2.5 yaşından 2 ay aldı. Can'a çaktırmasam da, onu okula bırakmak bana da zor geliyor. Ama gerek ruh sağlığım ve doktora tezinin iyiliği, gerekse onun sosyalleşmesi, kendine güveninin artması ve yeni ufuklara yelken açması için okul şart.

Can, kardeşinin doğumuyla almaya başladığı 'hayat derslerine' okula başlamasıyla devam ediyor.

3 Ağustos 2010 Salı

Dişişleri Bakanlığı'ndan Açıklama



Daha 5 aylık bile değilken 1 gün arayla alt 2 dişini çıkaran Alp, sonra kendini nadasa bırakmıştı. Doktorumuzun her kontrolde 'bu ay çıkar' dediği üst dişler şiştikçe şişti, ama bir türlü patlamadı.
Nihayet, geçen hafta, yani 8 aylık olduğunda, yani tam 3 ay sonra, üst 4 dişini birden çıkarmaya karar verdi küçük bünye... Biraz zor oldu haliyle... Dün iki kez Calpol vermek zorunda kaldım. Nasıl huzursuzdu anlatamam. Üçü patladı, sadece sol ön diş kaldı. Onu da bugün, yarın bekliyoruz...

Emekleme çalışmalarımız da hız kazandı. Bir şekilde isgtediği her yere gidiyor, ama klasik emekleme pozisyonunda değil. Dizlerini çekip popoyu arkaya öne sallama gibi tuhaf hareketler yapıyor. Yatarken oturma pozisyonuna geçiyor. Emekler gibi yapıp bir dizini çekip sonra kendini yine yerlere atıyor lapacı:-)

Mavileri yıkamıştım da :-)

Can 1 - Bez 0


Tatlı kuzum Can, son derece başarılı bir şekilde çiş-kaka olayını çözdü değerli blog okuyucuları... Ben de mutlu ve gururlu bir anne olarak hislerimi paylaşmak istedim. Artık ne gündüz, ne de gece bez takmıyoruz. Nadiren 'kaza' oluyor. Eh, o da olacak o kadar diyoruz.
Bu arada, bize portatif tuvaleti tavsiye eden sevgili arkadaşlarımız Jülide ve Derya'ya buradan teşekkürlerimi iletiyorum. Gerçekten süper bir icatmış. Temiz tuvalet arama derdi yok, aman çocuk altına kaçırmasın diye sokaklarda koşturma derdi yok. Atıyoruz çantaya, rahat rahat geziyoruz.

Bu arada, dün Can'ı okuluyla tanıştırmak ve ne zaman başlayacağını, neler gerektiğini vs öğrenmek için ikimiz okuluna gittik. Can deli oldu, mümkünse yarın falan başlamak istiyor. Bu heves sönmez inşallah diye umut ediyoruz. İki hafta sonra alışması babında gitmeye başlayacak. Böylece Eylül ayında adaptasyon süreci tamamlanmış olacak. Zaten usul böyleymiş. İlk defa yuvaya başlayacak çocuklar, Ağustos ortasınsa ısınma turlarına başlıyormuş. Can'a küçük bir sırt çantası alacağız. İnanamıyorum okul çağına geldiğine. Dün okulda neredeyse ağlayacaktım.

Kurabiye zamanı


Can'la kurabiye, kek, poğaça yapmak ikimizin de rutin eğlencelerinden. Çocuklar mutfakta zaman geçirmeyi seviyorlar sanırım. Ben de seviyorum, o yüzden 'bugün ne yapsak da hem aktivite olsa, hem de zaman geçirsek?' sorusuna en iyi cevaplardan biri, kolları sıvayıp, beraberce mutfağa girmek. Cuma günü de Ikea kalıplarımızla kurabiye yaptık yine. Eğer size de bana olduğu gibi, ayıcık, yıldız, kalp gibi şekillerden 'böö' geldiyse, kirpi, salyangoz, sincap gibi 'değişik' hayvanlar var. Aslında üşenmeyip kurabiyelerin üzerlerini, renkli gıda hamurlarıyla ya da boyalarıyla süslemek lazım. Geçen gün Carrefour'da, Piyale'nin kurabiye süsleme şeylerini gördüm. En kısa zamanda edineceğim. Çaya bekleriz...

Su kuşu Can

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Bir blog bu kadar mı ihmal edilir???

Tez izleme telaşı, sıcaklar, tatil derken yazmayalı ne kadar çok oldu...
Bu arada neler oldu?
Çeşme'ye gittik babannelerimizin yanına. Güzel bir hafta geçirdik.
Dönüşte de kendimizi sitenin havuzuna attık, bol bol yüzmeye başladık.
Can artık kolluklarıyla balık gibi yüzüyor, hatta havuza atlamaya bile başladı.
Yüzmek dışında da bol bol Caillou DVD'si izleyip arabalarıyla oynuyor. Gündüz uykusunu zaten aylar önce terketmişti. Neyse ki akşam dokuz, dokuz buçuk gibi sızıyor yorgunluktan.
Alp'i suya bıraksam yunuslar gibi yüzecek sanki...
Bir başka havadis de, Alp'in nihayet 3. dişini çıkarmış olması. Dün farkettim ki, son derece alakasız bir şekilde üst iki dişini beklerken onların yanındakini çıkarmış. Ön dişleri dökülmüş yaşlı denizciler gibi olacak:-)
Son olarak da, Alpişkomuz geceleri bize zindan etmeye devam ediyor. Uykusuzluk artık hayatımızın doğal bir parçası haline geldi. Cenk'le birbirimizi teselli ediyoruz, geçecek nasıl olsa diye....
En son olarak da, çocuklarımıza her baktığımızda çok mutlu oluyor, iyi ki varlar diye seviniyor, kendimizi de kutluyoruz:-) İkincileri düşünen varsa düşünmesin, hemen yapsın diyoruz...
Görüşmek üzere

1 Haziran 2010 Salı

Burgazada Çıkartması...







Geçen cumartesi, babannemiz, sevgili dostlarımız Bayraktar ailesi ve onların arkadaşlarının da katılımıyla Burgazada'ya gidelim dedik. Can'ı bir gün öncesinden ada etkinlikleriyle ilgili bilgilendirmiştim. 'Vapura binelim, faytona binelim, fayton dokodok dokodok diye ses çıkarıyor anne' sözlerinden de anlaşılacağı gibi konuya hakim olmuştu.

İlk kopuş vapurda, daha doğrusu motorda oldu. Kayıktan hallice, Üsküdar-Beşiktaş motorları kıvamında bir deniz taşıtıyla gittik adaya. Ada vapuru olayı artık tarihte kalmış demek ki. Can tüm yol boyunca denizi izledi, bayıldı... Gelip geçen vapurlara el salladı, kah benim kah babasının yanında deniz havası aldı. Alpişim, her zamanki gibi, mutlu mutlu etrafı süzerek, herkese gülücük dağıtarak zaman geçirdi.

İskeleye varıp motordan indiğimizde de, Can, iskelenin önünde yolcu bekleyen faytonları görür görmez oraya koştu ve hemen binmek istedi. Faytona öldü, bitti diyebiliriz. Can değişik bir çocuk... Mutluluğunu çok fazla belli etmiyor, sevinince 'cool' bir moda giriyor. Hafif bir tebessüm, etrafı inceleyen meraklı gözler... İşte mutlu Can bu...

Fayton yolculuğumuz Kalpazankaya'da bitti. Can iner inmez, 'Anne, hadi şimdi geri dönelim' diyerek fayton aşkını belli etti. Aşırı sıcak ve kalabalık olmasına rağmen balık güzeldi, Can iyi vakit geçirdi. Alp, ben yemek yerken uyudu. Arkadaşlarımızla az da olsa sohbet edebildik. Küçük çocukları olan bir anne-baba başka ne ister haftasonundan?

11 Mayıs 2010 Salı

Balkondan çiçek manzaraları



Bahar geldi, cocuklar büyümeye devam ediyor.



Donduran Nisan ayı nihayet sona erdi. Geçen perşembeye kadar kaloriferi yakmaya devam ettik, inanılır gibi değil. Bizim ev konumu nedeniyle zaten ekstra serin oluyor. Neyse ki cumartesi günü hava ısındı ve biz kendimizi sokaklara attık. Yukarıda Alp'i babasıyla saadet yaşarken, Can'ı da hayatında ilk kez -çok şükür- haşlanmış yumurta yerken görmektesiniz. Daha önceki haşlanmış yumurta denemelerimiz başarısızlıkla sonuçlanmıştı da, o yüzden çok mutlu oldum:-)

Alp birkac gündür yüzükoyundan sırtüstüne de dönmeye başladı. Çok hareketli bir bebek, yakında emeklemeye başlarsa hiç şaşırmam. Alt dişler artık iyice görünüyor beyaz beyaz. Üstler de yakında çıkacak; çok salyalandı yine. Ne bulursa, büyük bir hırsla ağzına götürmeye, ısırmaya, yemeye çalışıyor. Çığlıklar atıyor, sinirleniyor, çok komik... Dün ilk defa sebze çorbası denedik, pek başarılı olduğumuz söylenemez. Alp sadece meme emmek istiyor. Ek gıdalara alışma süreci, Can'ın aksine, biraz zorlu olacak gibi...

Can tam bir oyun çocuğu, bir lef ebesi, bir komedyen. Onda son zamanlarda Cenk'le hissettiğimiz bir gelişme, daha bir sosyalleşmiş olması. Kısa süre öncesine kadar parkta diğer çocukları uzaktan izlemekle yetinen Canişkomuz, artık onların arasına karışıyor, beraber oyun oynuyor ve bundan çok mutlu oluyor. Biz de çok mutlu oluyoruz tabii; sonbaharda onu okula postalamayı planlamış annesi-babası olarak:-) Şaka bir yana, Can'ı anaokuluna yazdırdık bile. Eylül'de başlayacak inşallah. Umuyorum ki alışma süreci çok zor olmaz ve ben de tez işlerime ağırlık verebilirim.

Adios amigos

4 Nisan 2010 Pazar

Taze Fotoğraflar

Tüm yorgunlukların dindiği anlar


Tatlı oğullarımız her geçen gün biraz daha büyüyor.
Can bıcır bıcır konuşmasıyla bizi kırıp geçiriyor, Alp de özlemiş olduğumuzu farkettiğimiz bebek kokusu ve minik halleri, hareketleriyle içimizi ısıtıyor.
İkinci çocuğu şiddetle tavsiye ediyorum:-)

5 Mart 2010 Cuma

Alp'in marifetleri


3 ayını başarıyla dolduran Alp, yavaş yavaş uzaylı modundan sıyrılıp, dünyalı moduna girmeye başladı.

Gülücüklerimiz çoktandır vardı zaten. Son günlerin olayı ise el ve parmak emme, hem de delicesine. Cakada cukada, cork cork diye sesler çıkara çıkara, büyük bir zevkle emiyor. Salya deseniz, o da var. Can 4.5 aylıkken ilk dişini çıkarmıştı, tıpkı babası gibi. Genetikmiş diş çıkarma zamanı. Salyalarının da 3 aylıkken başladığını anımsıyorum. Sanırım Alp de abisinin izinden gidiyor. Hele, gözünü şaşı yapa yapa, yumruk yaptığı tombik elini hizalayıp, hızla ağzına götürme hareketi yok mu, beni öldürüyor...

Agucukların habercisi sesler çıkarmaya da başladı, hatta dün 2-3 kez agu'ladı. Yine tıpkı abisi gibi, uykusu geldiğinde bana eee-eee yapmaya başladı. Demek istiyor ki, anne bana eee-eee yapsana:-)

Oyuncaklarına ellerini uzatıyor, tutmaya çalışıyor, hatta 1-2 gündür tutmayı başarıyor.

Beslenmemize gelince, anne sütüne devam. Biliyorsunuz Can'da mama takviyesi yapmıştık baştan beri. Ama o da 7.5 ay emmişti. Alp'in kilosunda, boyunda bir sorun yok, aksine toraman bir kişi kendisi. Umarım bu konuda bir sorun yaşamam ve aynen devam ederiz. Ama bu iştah konusunda ne yapacağım bilemiyorum. Kilo vermeyi bırakın, doğumdan sonra aldım bile. Rezalet. Zaten 2 yılda 2 çocuk yapınca, ilk gebelikteki kilolardan tam kurtulamadan, ikinci gebelik çıkagelmişti. Emzirme olayı bitince sıkı bir diyetle atarım fazla kiloları, diyerek kendimi avutuyorum şimdilik.

İşte böyle, iki çocuklu kaotik hayatımız devam ediyor. Zaman hızla geçiyor, çocuklar büyüyor.
Ama hiç pişman değilim, tavsiye ediyorum, düşünen varsa düşünmeyi bırakıp harekete geçsin :-) Yukarıdaki manzarayı doya doya izlemek tüm yorgunlukları unutturuyor...

Can şifayı kaptı.


Hiç hastalanmaz, diye hava attığım Can, geçen pazar şifayı kaptı. Nasıl ve nerede olduğunu anlayamadık ama orta kulak iltihabı olmuş yavrucak. Geçen cumartesi hafif bir nezlesi vardı, pazar öğleden sonra kulağını tutarak ağlama krizine girmesiyle Cenk Can'ı alıp doktorun yolunu tuttu. Antibiyotik milli'si olan Can, haftayı evde geçirdi, tabii ben de. Şimdi iyi, ama zordu. Hele Çarşamba günü, dokunsam gözlerinden yaşları yuvarlayan, dudaklarını büzerek bana yavru kediler gibi bakan hallerini hiç unutamayacağım galiba... Bebeklerimiz, çocuklarımız hiç hastalanmasın, o neşeli sesleri hiç sonlanmasın sevgili dostlar.

25 Şubat 2010 Perşembe

Alp 3 aylık !


Hamileyim, doğum yaklaştı, doğdu, kırkı çıktı derken, Alp 3 aylık oldu.

Bilinçli gülüyor, oyuncaklarıyla, benimle konuşmaya çalışıyor, sesler çıkarmaya da başladı 3-4 gündür. Yakında agu diyecek, bekliyorum.

Çok güleç, çok pozitif bir bebek Alp.

Zaman o kadar hızlı geçiyor ki, sanki dün doğmuş gibi geliyor.

Ama bir yandan, çocuklardan önce bir hayatım yokmuş gibi de hissediyorum.

Sanki onlar hep vardılar, hep hayatımızdaydılar gibi...

İşte bu yanılsamalar, bu duygular içinde günler birbiri üzerine devriliyor; haftalar, aylar su gibi akıyor.

3 Şubat 2010 Çarşamba

Canım ciğerim



Can her geçen gün daha bir adam oluyor.

Espriler yapıyor, bizi çok güldürüyor.

Tatlı oğlumuz giderek büyüyor, bu da bana hem mutluluk veriyor, ama bir yandan da hüzünlendiriyor.

Narcity Kayak Merkezi'ne Hoşgeldiniz...


24 Ocak 2010 Pazar

Babayla saadetin resmidir

Can'ın karla tanışması



Can, farklı hava koşullarından hoşlanmayan bir çocuk aslında.
Mesela rüzgarı, yağmuru, yüzüne vuran kar tanelerini seviyor sayılmaz, hatta nefret ediyor diyebilirim.
Ama bugün babasıyla kartopu oynamaya çıktığında, hiç ummadığımız halde, bayıla bayıla karlarla haşır neşir oldu.
Biz de sevindik tabii.
İşte Can the snowboy.

13 Ocak 2010 Çarşamba

Alp'e bakın hele !


Bizim 2 numara büyümeye devam ediyor.

Kara saçlı, kara gözlü oğluşumuz pek meraklı bir şey.

Gözleri sürekli etrafı kolaçan etmekle meşgul.

Zaten hayatı şimdilik emmek, kaka yapmak-gaz çıkarmak, uyumak ve etrafı izlemeye çalışmaktan ibaret.

Kaka yapmadan önceki ıkınma seansları çok komik. Nasıl da bağırıyor, bilemezsiniz. Bağırsak faaliyetlerini böyle bağıra çağıra hallediyor yavrucak.

Can'dan anımsadığım kadarıyla, 12 haftalık olunca bu sıkıntılardan kurtulacak.

Alp da abisi gibi bir an önce büyüsün, diyorum ama, küçük bebek halleri de çok şeker.

11 Ocak 2010 Pazartesi

Can'ın son halleri





Can'ın ikinci yaşını kutladık...


Tatlı oğlumuz, ilk göz ağrımız Can'ımızın ikinci yaşını kutladık.

Geçen sene olaydan pek bir şey anlamayan Can, bu sefer epey heyecan yaptı.

Herkesin ona hediyeler getirmesi bir yana, üzerinde yarış pisti ve arabaları olan pastası onu çok mutlu etti.

Hele hele maytap kısmından gözlerini alamadı dersem, yalan söylemiş olmam.

Seneye inşallah daha geniş katılımlı bir parti organize edeceğiz. Bu sene 'Alp muhalefeti' nedeniyle evde aile arasında kutladık, geçen yıl olduğu gibi.

Nice nice yaşlara yavrum.